Sendrom Şehir Stockholm

By | 15 April 2017

“Stokholm sendromu, rehinenin kendisini rehin alan kişiyle olası diyalog sürecinde oluşan, duygusal anlamda sempati ve empati oluşması olarak özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan bir terimdir.”

İlk dakikalar içinde hapis olduğumu zannettiğim bu şehirde bir gün geçirebilecek miyim. Stockholm’ün üzerine atfedilmiş bu benzetmeyi yaşayabilecek miyim.

Yorulduk galiba. Küçük İskandinavya turumuzda son durağımız Stockholm, İsveç’in başkenti. Yeni yılın ilk günü ve günün yarısını Tromso’ da geçirdik ve öğleden sonra uçağımız ile Oslo aktarmalı Stockholm’e geldik.

Şehir buz gibi…

Ne kadar mı soğuk, yukarıda görmüş olduğunuz akşam üzeri, güneş gittikten hemen sonra çekmiş olduğum sekiz saniyelik uzun pozlama fotoğrafı. Fotoğrafı şehrin ortasında bulunan bir panorama kulesinden çektim ve bu sekiz saniyelik süreyi ve yapılandırma zamanını kameramın başında geçirmedim. Yaver, üç ayağında üzerinde şehri izlerken ben ise uzaktan, panorama kulesinin içinde bulunan bir restoranda, kahvemi içtim ve makinemi uzaktan yöneterek bu  fotoğrafa ulaştım. Fotoğraflarımı çektiğimde kahvem bitmiş ve üç ayağı ve yaveri toplamak için geri gittiğim zaman üç ayağın tutamaçları çıplak el ile tutulamayacak kadar soğuktu.

Arlanda Havalimanında valizlerimizi beklerken kendimizi bir an önce Otele atmanın yollarını arıyoruz. Taksimi yoksa Tren mi? Kuzey ülkeleri biraz pahalı ve bütçemizin üzerine çoktan çıktık. Yorgunluk hat safhada. Aşan bütçemiz mi yoksa bir an önce otele varıp dinlenmek mi karar veremiyoruz. Üstelik acıkmış durumdayız. Saat geceye yaklaşıyor. Çok sürmedi karar vermemiz, iki kişinin tren ücreti ile havalimanı-otel arası taksi ücretinin aynı olduğunu öğrendik.

Çocuklar gibi şeniz.

Valizlerimizi beklerken Arlanda hava limanının duvarlarında asılı portrelere bakıyorum ve portrelerin altında duran isimlere bakıyorum. İbrahimovic bu portreler arasında yer almış. İbrahimovic gibi İsveç Milli formasını giymiş eski futbolcularda var portreler arasında. Herkes kendi ilgi alanının portrelerine bakıyor, Mimar olan kız arkadaşım ise Sanatçı, Tasarımcı, Mimar gibi yaratıcı mesleklerden oluşan kişilerin portrelerini inceliyor. Portreler arasında çok fazla sanatçı bulunmakta, yaratıcı insanlar. Kız arkadaşımın bana aktarmış olduğu bilgi, okulda almış olduğu derslerden kalan bir tespiti paylaşıyor.

“Tasarım konusunda kuzey ülkeleri daha yaratıcı. Rönesans devrinde ortaya çıkan sanat akımları incelendiği zaman Kuzey ülkelerinde gerçekleştirilen sanat akımlarının daha detaycı olduğu güney ülkelerinde ise sadeliğin ön planda olduğunun bilgisini aktarıyor. Bunun nedeni uzun geçen kış geceleri, güneşin daha az olması, insanın kendi ile baş-başa daha fazla vakit geçirmesi yaratıcılık ruhlarının gelişmesine ve detaylara ağırlık vermesine neden oluyormuş”

Bu bilgiyi aldıktan sonra portrelere bakıyoruz ve dışarıya çıkıyoruz. Yaklaşık kırk dakikalık yolculuktan sonra otelimizdeyiz. Taksi metre çalışmıyor ve sabitlenmiş ücret. Bölgeler arası sabit ücret var ve gittiğiniz bölgenin neresine giderseniz gidin aynı ödemeyi yapıyorsunuz.

Şehri sevmedim. Ankaralı arkadaşlarım bana kızabilir ama hemen-hemen her İstanbullu gibi Ankara’dan İstanbul’a geri dönüşü sevenlerdenim. Stockholm şehri Ankara izlenimini verdi. Ne kadar doğru bilemiyorum ama ilk izlenim bu şekilde. Taksi yolculuğu sırasında şehre bakıyorum, beni etkileyecek hiçbir şey bulamıyorum. Haksızlık etmek istemezdim bu güzel şehre, belki Tromso’yu çok sevdim ve Tromso’ dan sonra Stockholm cazibesini bende yitirdi. Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim, Tromso sonrası İstanbul’a geri dönmüş olsaydım yaşayacak olduğum travma daha büyük olacaktı.

Otele vardık. IKEA evindeyiz. 60 metre kareye bir aileyi yerleştiren ülke 10 metrekare lik bir odaya bizleri yerleştirdi. İş seyahati için gitmiş olduğum Bandırma da kaldığım otel geldi aklıma. Odadan banyoya geçerken yapmış olduğum akrobasi hareketlerinin benzerini bu kaldığımız hostel veya otelde gerçekleştirdim. Yarım saat dinlendikten sonra yemek için dışarıya çıktık.

Saat 23 civarı ve birçok yer kapalı ve hava buz gibi. Sokakta her milletten insan var, Ankara benzetmesi az oldu, bu şehir İstanbul gibi. Tromso’ da cadde yok denilecek kadar az ama karşıdan-karşıya geçerken bir yayayı gören şoför neredeyse yirmi metre Uzaktan durup geçmemizi beklerken, Stockholm’ da ana cadde üzerinde yayaya yeşil ışık yanıyor ve şoför yol vermeden kırmızı ışıkta geçiyor. Köyden indim şehire. Mısır’da yaşadığım Carmageddon oyununun gerçek hayat simülasyonu kadar olmasa bile ilk saatlerde ürktüm. Global köyümüzün bilinen restoranında hamburgerimizi yedik ve odamıza çekildik.

Ertesi gün, ilk ve son gün bu şehirde. Kahvaltı bitiş saatinin son dakikalarına kadar yataktayız ve yine bu dakikalar içinde hareketlendik ve kahvaltıya yetiştik. Gücüm yok ama yaver ve üç ayak yanımda. İlk gidecek olduğumuz yer Gamla Stan.
Gamla Stan, İsveç’in Stockholm şehrinin merkezinde bulunan tarihi ada. Dar sokakları, eski tarihi binaları ve kraliyet merkezinin bulunmuş olduğu, şehre üç köprü ile bağlı olan turistik tarihi bir ada. Bizim yarımadanın korunmuş hali. Her yer hediyelik eşya satan, çoğu dükkânda yapmış olduğunuz alışverişin vergi ödemesini hava limanında geri alabileceğiniz dükkanlar ile dolu turistik yer.

Gamla Stan, benim için Glögg in başkenti.

Stockholm ile Gamla Stan bir-birine birden fazla köprü ile bağlanmakta. Sabah, Gamla Stan’ a giriş yapmış olduğumuz köprü Norrbro köprüsü ne kadar ihtişam dolu bir görüntü ile Gamla Stan’a bağlanıyorsa hangi çıkışın olduğunu bilmediğim bir başka köprünün altında bu duvarlar spreyler ile boyanmıştı.

Akşam oldu, yorgun bacaklarımızda derman kalmadı ve biraz daha fazla üşüdük. Otele dönmeden önce yolumuzun üzerinde olan Kungstradgarden Ice Skate Park’a gittik. Burada Noel pazarı kuruluyor ve parkında içinde, buz pateninin tam ortasında Charles XIII’ un büyük bir heykeli bulunmakta. Tahmin edeceğiniz gibi Noel pazarında Glööglerimizi içtik ve biraz olsun ısınmaya çalıştık.

Yukarıda paylaşmış olduğum Google Maps yapmış olduğumuz kısa gezinin yol haritası bulunmakta. Harita içinde Gamla Stan’ ın ara sokaklarındaki ayak izlerim bulunmuyor. Zaten Gamla Stan içinde kaybolmanız gerekmekte, başka türlü tadını çıkartamazsınız. Gamla Stan o kadar kalabalık ki ara sokaklarında kaybolurken birden hiç bir insanın olmadığı bir sokakta kendinizi, bir başınıza bulmanız içten bile değil. Keyfi belki burada.

İlk dakikalar içinde hapis olduğumu zannettiğim bu şehirde güzel bir gün geçirdim. Belki farkında değilim, şehrin sahip olduğu sendromun içindeyim…

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *